Bir başka husus da yazının uzunluğu. Çook uzun yıllar öncesinde (sanırım edebiyat fakültesinde okuduğum yıllara tekabül ediyor) bir yerlerde okumuştum. İyi bir yazı “mini etek gibi” olmalı imiş. “Örtecek kadar uzun, heyecanlandıracak kadar kısa” yani. (Derdimiz yazıya hafif bir cinsellik sosu bulamak değildir. Feminstler de kızmasın hemen n’olur)
Bu uzun girizgahtan sonra güne/gündeme gelelim.
Ali Sünlüklü kardeşim “yeni bir yazı” talebinde bulununca, bir iki gün müsaade istemiştim. Ailevi sağlık problemleri dolayısıyla pek de müsait olamadığım için biraz zaman istedim kendisinden. Hem de hafta sonu itibarıyla Kafkas/Çerkes camiasının etkinlikleri dolayısıyla konuyu da buradan çıkarmaktı niyetim.
Çıktı da nitekim. Ve hatta yazıya başlık oldu.
Serde çerkeslik olunca, ister istemez her türlü etkinlik ilgilendiriyor şahsımı. Sağ olsunlar, camiamızdaki bütün dernek ve vakıfların( İstanbul’dakileri tabii ki ) etkinlikleri telefon ve bilgisayarımıza düşüyor mutad olarak. Katılamadıklarım ile ilgili kendimi borçlu hissediyorum. Suçluluk psikolojisi sarıyor benliğimi. Bu ruh hali beni yorsa da; ahir ömrümüzde, kendi kendime verdiğim söz mucibince; ve elimizden geldiğince; camiamızla ilgili her türlü hadiseye müdahil olma sözümü tutmaya çalışacağım yine de.
Bu duyguyla Feriköy Mezarlığına gittim bugün. Çerkeska/ kalpak/ kama/ çizme tam takım arz-ı endam ettim Psimaho Kosok’un ve Mikail Halil’in mezarında. Kelaynak Kuşu gibi çevrenin bazen garip, bazen de övgü dolu nazarlarına mazhar olarak mezar başına gittiğimde, bir kez daha hüsrana uğradım açıkçası. Bendeniz yine konu mankeni edasıyla bütün konuşmacıların yanında; üstelik çerkeska ve kalpağın olanca manevi ağırlığı altında ezilerek ve üstelik “dimdik” dikilmeye gayret ettim. (Ayaklarıma karasular indi anlayacağınız)
Milli kıyafetlerinizi bu özel günlerde giymeyecekseniz/ takmayacaksanız başka ne zaman kullanacaksınız diye topyekun bir salvo yapayım arkadaşlarıma da bakarsın bazıları üzerlerine alınırlar.
Çerkes camiasının malumudur. Mayıs ayı bizler için 11 ve 21 Mayıs olarak iki çok önemli günü barındırıyor. Ama maalesef bazılarımız için, hala takvimlerinde 11 Mayıs diye bir gün yok.
Çerkes olmayan ve dahi çerkes olan bazı okuyucularımıza 11 Mayıs 1918 de Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümü olduğunu bir hatırlatalım. Cumhuriyet ile ilgili tafsilatlı bir bilgi verecek değilim. Arzu edenler internetten ve daha da bilgilenmek isterlerse kitaplardan konu ile ilgili geniş bilgi öğrenebilirler.
Öncelikli derdimiz; bazı hemşerilerimizin hala ve hala, 11 Mayıs 1918’de kurulan Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti’ni bilmezden ve görmezden gelmeleri. Birleşik Kafkasya ülküsünün en ateşli savunucuları dahi, bu idealin bir daha canlanmasının çok zor olduğunu biliyorlar elbet. Ütopya diye düşünenler de var. Ama ortada kocaman da bir gerçek var. İdealist bir grup insanımız vakt-i zamanında devasa Rus gerçeğine karşı bir devlet kurmuşlar. Ömrü kısa olmuş vs vs diye bir sürü argümanla olayı küçümseyebilirsiniz. Ve hatta bu düşüncenin gölgesinin bile hala Ruslar’ı tedirgin ettiğini söyleyebilirsiniz. Diaspora çerkesleri öksürdüğünde Ruslar nezle oluyor biliyoruz. İyi de; onlar Bağımsız Çerkesya deyince de sıtma geçiriyorlar. Çeçenler biz “bağımsız devlet olduk” deyu urtaya çıkınca da tepelerine biniyorlar.
Uzun lafın kısası; Rus kurdu, suyun bulanıp bulanmamasına bakmadan Kafkas halklarını yeme derdinde. Biz en azından dik durup tarihimizde “şanlı bir sayfa” olarak okunabilecek Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti’ni gerektiği şekilde analım.
Bu konuyu vesile kılıp cumhuriyetin devlet başkanları Psimaho Kosok ve Mikail Halil’in mezarları başında anmalara iştirak edelim. Konu ile ilgili çıkarmamız gereken dersler varsa da onları da irdeleyelim elbet.
En nihayetinde hepsi bizim değerlerimiz.
Mezar başında anma ile ilgili yapılan konuşmalarda eski tüfek solcu bir hemşerimizin, solcuları da isim vererek eleştirmesi; ve Birleşik Kafkasya ülküsünden, özellikle uzak durulduğunu söyleyerek özeleştiri yapması karşısında, yazımızın ana teması çıktı ortaya.
Daha da güzeli, benim sıkça kullandığım ve çok da inandığım bir gerçek “Delilerle ölüler fikir değiştirmez” geldi kondu yazımızın başına!