Sohum
Aqua… Karadeniz’in kıyısında, dağlarla denizin sarmaş dolaş olduğu, tarihin yankılandığı, doğanın büyüsünü her solukta hissettirdiği kadim bir şehir.
Abhazya’nın kalbi, geçmişin izlerini bugünün sessizliğinde taşıyan bir başkent. Her sabah, güneş denizden doğar bu şehirde; dalgalar, kayalıklara değil, yüzyılların hikâyesine çarpar.
Sohum’un doğası, bir ressamın paletinden çıkmışçasına renkli, canlı ve heybetlidir. Dağların eteklerinde geniş ormanlar uzanır; meşe, kestane, ladin ve çam ağaçları göğe uzanır. İlkbaharda dağ yamaçları menekşe, papatya ve kır çiçekleriyle renklenir; yazın ise narenciye ağaçları, incir ve zeytin dalları ağırlaşır. Altın gibi parlayan çayırlar, arıların türküsünü taşır rüzgarla. Narenciye ve çay tarımı, halkın hem geçimidir hem yaşam biçimi; çünkü toprağa emek verilir Sohum’da, toprağın bereketiyle çocuklar büyütülür.
Yer altı, yer üstü kadar cömerttir bu topraklarda. Kireç taşı, mermer ve çeşitli maden yatakları barındırır bölge; taş ocakları, tarih boyunca bu taşları saraylara, tapınaklara taşımıştır. Yakın geçmişte enerji kaynakları üzerine araştırmalar yapılmış, zengin yer altı su kaynakları halkın hayatını kolaylaştırmıştır.
Sohum sadece doğasıyla değil, tarihiyle de güçlüdür. Antik çağlardan Bizans’a, Osmanlı’dan Sovyet dönemine kadar pek çok medeniyetin izleri taşır sokaklarında.
Şehrin kıyısındaki eski Roma kalıntıları, günümüzde hâlâ denizi gözleyen sessiz bekçilerdir. Ve elbette, her Abhaz’ın yüreğinde bir ağıt gibi yankılanan savaş yıllarının izleri… Yıkılmış binaların arasında filizlenen hayat, bu halkın direnişini ve sabrını anlatır.
Sohum’un insanı, deniz gibi sakin ama derin, dağlar gibi vakur ve köklerine bağlıdır. Balıkçılık, çiftçilik, turizm ve zanaat, geçimin temelidir. Kadınlar geleneksel nakışlar işlerken, erkekler dağlardan odun indirir, tarlalarda ter döker. Her evde bir şarap mahzeni, her kalpte bir ozan barınır. Misafirlerine açtıkları sofralar sadece yemek değil, sevgiyle yoğrulmuş bir kültürdür.
Ve çevresi… Sohum’un biraz kuzeyinde, Ritsa Gölü bir mücevher gibi uzanır dağların kucağında; yansıttığı gökyüzü, tanrıların bile kıskanacağı kadar güzeldir.
Güneyde ise bataklıkların ardında, kuşların dansına tanıklık edersin. Her yerinde bir efsane, her taşında bir dua saklıdır.
Sohum, sadece bir başkent değildir. O, bir anadır. Yaralı ama güçlü; yorgun ama dirençli. Kalbini açan her misafire bir öykü fısıldar, bir tat, bir nefes, bir hatıra bırakır. Ve insan, bir kez oraya ayak bastı mı, artık yüreğinin bir köşesi hep Sohum’da kalır.
Sohum bir babadır. Üzgün ama vakur. Üzüntüsünü de belli etmez sevincini de. Çocuklarına adil olduğu kadar düşmanına da adil bir baba.
Kısacası Sohum: Hem anadır Abhazlar için hem de baba ve bu güçlü şehir çocuklarını her zaman kucaklamaya hazırdır. Yeter ki çocukları ona bir adım yaklaşsın.